Yaşam öylesine akıl almaz bir serüven ki…
Yaptığımız en anlamlı yolculuğun “kilometrelerce yol kat etmek” ile değil de “içsel yolculuk” yapmak ile mümkün olabileceğini rahatlıkla söyleyebiliyorum artık, öncelikle de kendime...Aslında insan olmanın ne demek olduğunu görmek, bilmek, hissetmek bu da mutlak gerçeğe yönelebilmek demek ki,bundan daha yüce bir duygu olmamalı!
Şu an elimde bir kandil tutuyorum ve bu kandil ile kendimi aydınlatma çabası içerisindeyim.
Yanıyorum…
Sürekli içimi ve dışımı yakıyorum ve diyorum ki hangisi daha çok acıtır insanı?
Peki ya cehennem diye bildiğimiz yangınlar da içimizde değil mi? Ne zaman ki söndürebiliyoruz, o zaman cennete giriyoruz belki de…
Peki ya “Aşk”o nasıl bir ateştir ki bir yanıyor bir sönüyor.. Şimdiye kadar hepimizin yaşadığı aşk bir ölümlüye olan fani aşk değil miydi?
Ya ilahi sonsuz aşk ?
Kendine dönünce insan bir an olsun sonsuz mutlakiyetin bir zerre parçası olduğunu hissedebilmeli ve sonsuz aşkı tadabilmeli…
Bir an demek zaten geri dönüşü olmayan sonsuz bir yolculuk demek…
Ve…
Aydınlanmak, içimize tutuğumuz ışık ile kanatlanmak… Belki de içsel özgürlük dediğimiz şey bu olmalı !
Saflığın, arılığın ilahi duygularla yoğrulduğu anda kaybolmak…Tek olmak.. Sonsuz semaya doğru dönmek dönmek dönmek…
Bu yolculuk başlayalı beri kendimle savaşıyor gibiydim adeta, ancak şimdi beyaz bayrak çektim kendime, süzülüyorum gökyüzüne doğru bir martı gibi.
Alabildiğine hür ve yaşama sevinci ile dopdolu ve doğduğum her an'a dua edercesine uçuyorum.
Uçuyorum… Her konduğum yerde bir nefes alıyorum ve diyorum ki, karşılaşmalarımın ve nice vuslatlarımın yada ayrılık ve kopuşların bir anlamı varmış o da kazanmakmış... Kaybetmek demek ki, buymuş aslında! Kazanmak, kendini bilmek ve sevgiye hürmet etmekmiş. Sözcüklere ve gördüklerine her daim inanmamak, kimseyi yargılamamak, ayıplamamak hatta utandırmamakmış önemli olan.. Gıybetten uzak durup hak yememekmiş... Huşu içinde yaşam sürmek az sözle, doğru davranışla kalben yakın olabilmekmiş insanlara ve o gözle görebilmekmiş bu yoldaki en önemli durak…
Durduğum yerde içimde çınlayan bir ses var:
“Bu yol senin yolun ve bu yolda nice insanla karşılaşacaksın ve onlar zaten hazırlar seni karşılamaya.. Unutma ki en önemli rehber kalbinin sesidir bunu sakın unutma! Aklınla değil kalbinle yürüyeceksin bu yolda.”
Bir sufi ses verdi bana “haydi gel…”
Ve bir insan görüntüsü oluştu birden bire ama bulanıktı her şey, o bir dervişti bunu görebiliyordum, kendine dönük döndükçe sönük söndükçe daha yakın kendine yani en yüce varlığa…
Bende gözlerimle değil yüreğimle gördüm onu ve sesini işittim ta derinlerde ama bir başkasının duyabileceği bir ses değildi bu sadece beni sarmalaya ve kasıp kavurmaya yetkindi, belki de duyduğum ses içseldi frekansı farklıydı çünkü... Böyle bir çağrıya ne denilebilirdi ki! Yıllar öncesine gitti aklım.. Belki o zaman da görüyordu beni ama daha zamanı gelmemişti tanışmanın. O zaman bir başka yüce insan vardı beni çağıran ve koşa koşa yanına gittiğim ve gönlümden hiç bırakamadığım. Bana bambaşka kapılar açan içimdeki fırtınayı dindiren uzun zamandır kapkara olan gözlerimi aydınlatan.. Meğer görmek ne muhteşem bir duygu imiş ve ben bunca zaman kör kuyularda su çeker dururmuşum...
Şimdi ise gökkuşağının bir rengine dahil olmuşum ve dans ediyorum gökyüzünde,
Sevgi ile bütünleşmiş yüreklerle birlikte,
Aşk ile…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder