zmir'de, İstanbul'da, Ankara'da değil, bu sefer gurbet elde Gülen'i 9 yıl aradan sonra tekrar yakinen temaşa edip, ağzından dökülen billur, altın sözleri dinleyince kendimi seyri sülüke çıkmış, kainatı soyut bir mekandan kuşbakışı çıplak gözle seyreder buldum. Bu kısa seyahatta, Yunus Emre'nin neden "Cennet, cennet dedikleri, Bir kaç köşk ile birkaç huri, İsteyenlere ver onları, Bana Seni gerek Seni" dediğini; Gülen'in, aslında halimize sürekli ağlayan zıpkın gibi kalbimize işleyen sohbetinden anladım. Bu yazıyı okuduktan sonra bilmem belki sizin de, misal alemine vasıl olup Marifetullah kapısından Muhabbetullah'a girene "Cennet'in neden kafi gelmediği" konusunda kafanızdaki sorular kalkar. Mevlana'dan Yunus'tan ötesini dinleyin şimdi.
Gülen'in ifadesiyle, "Din-i Mübin'i yaymak, Allah'ı anlatmak gayeyi hedef değilse, bu dünyada yaşamanın ne anlamı var?" 40 yıllık arkadaşım dediği bir sırdaşının nakliyle; Gülen bir rüyasında kendini cennette görür. Huriler, gılmanlar, köşkler, altından bal, şarap, süt akan ırmaklar kendisine tahsis edilmiştir. Ama Gülen'in canı sıkılmaktadır. Çünkü orada Allah'ı başkalarına anlatmaya, Din-i Mübin'i yaymaya ihtiyaç kalmamıştır. Gülen, elinin tersiyle cennetin eşsiz nimetlerini iterken, uykudan uyanır. Oh! der. Hala yaşıyorum; Allah'ı birilerine anlatabileceğim. Allah'ı anlatmadan bir yaşam cennette bile olsa onun rüyasına giremiyor. "Alemi İslam'ın, Türk milletinin imanını selametde görürsem cehennemde yanmaya razıyım" diyen asrın söz üstadının samimiyeti ile Gülen'inki adeta denk. Hayatını, imana, Kuran'a, İslam'a vakfetmiş erenlerin tüm hücrelerine işlemiş bu ulvi gaye bundan güzel resmedilemezdi. İşte Yunus'ta "Yalnız Seni isterim" derken bu ulvi gayenin pişirdiği ali ruhuyla dilinden 'cenneti istememe' dökülüyordu. Marifetullah ve Muhabbetullah'ın zirvesine çıkanlar; yalnızca O'nu ister, O'nu sever, O'nun rızasını tahsil ve Din-i Mübin'i için ömür sermayesini kullanır; mal, mülk, kadın, makam, mansıp ve her türlü dünyevi meta, hatta uhrevi kazanç gözünden silinir, sadece O vardır, gerisi birer atlama taşı, imtihan aracıdır, gaye değil
Hz. Davud da kendisine verilmiş tacı, tahtı, gücü, mülkü bir kenara koyarak dağların yolunu tuttuğu zaman aynı duygu ve düşünce içindeydi. Davudi ezanıyla dağları titretip O'nu arıyordu. Kur'an'da Rab, bildiği halde meleklerine Davud'a ne aradığını sormalarını ister. Davud (as) da "Seni gerek Seni" der. Ya Yusuf (as) ! Kardeşlerinin ihaneti, ismet sıfatı ile müberra iken uğradığı iftira, hapiste geçen çileli günler ve tırmanma şeridinde Mısır'a Aziz oluşu, kardeşlerine, ağlayıp gözsüz kalan babası Yakup'a (as) kavuşması, tam nimetler zirvede iken yine aynı ses: Bana Seni gerek Seni. Ölüm istenmez ama O'na kavuşmak için Yusuf'un yaptığı ismi azam dua çıkıyor karşımıza Kur'an'da. Bela da istenmez, ama Allah verirse sabredilir. Allah bazen sağmak için sıkar, sıkıntı verir. Yusuf'a aşık iken dünyanın bütün servetlerini vermeye hazır, O'nu bulduktan sonra mecazi aşkını ilahi aşka çeviren Züleyha'ya ne demeli! Kadın için aşk şiiri yazanlar ne kadar zavallı; O'nu bulanlar ise ne kadar şanslı. Aşk arayanlara duyurulur!
Misal alemine vasıl olamayan metafiziki tanımayan fizikci veya insan ne kadar deha olursa olsun dünyanın misal alemindeki aksini anlayamaz. Bu dünyanın misal aleminde yaşayan bir boyutu var; zaten kainatta zerre olmasına rağmen dünyayı değerli kılan eşrefi mahlukat olarak yaratılan insanın misal alemindeki yansımaları, hakeza kainatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Resul-i Ekrem'dir. Dünyanın misal alemindeki yansımasını bazı alimler balık ve öküz ile resmetmişler; eğer misal perdeleri kalksa belki de elinde kamçısıyla güneşi hareket ettirmeye sevkedilen meleği göreceğiz. Dünya, beraberinde mazi, halihazır ve istikbaldeki cennet ve cehennemlikleri taşıdığı için misal aleminde ona değer atfedilir, yoksa fiziken maddi konumuna göre değil. Bir insanın misal alemine yansıyan aksi iman kuvveti nispetine göre büyür. Allah'ı ne kadar bilmiş ne kadar sevmiş iman etmişse misal aleminde o denli büyük neticeye sahip olur ve melekleri geçer. Buna göre peygamberimizin misal alemindeki aksi sedası zirvede olduğu için aynı anda pek çok yerde görünebilir. Işık hızı, zaman gibi kavramların izafi olduğunu misal alemine duhul etmeden anlayamayız.
Rüyalar, misal aleminin habercileri, bilinçaltındakilerin misale dönüşümüdür. Gülen, "Bu fakirle birlikte Asya'da 20 yerde- Türk okulunda- Resullah'ın yakazeten ve rüya aleminde görünmesi misal alemindeki Efendimizin ne denli güçlü yansımaya sahip olduğuna delildir" derken ümit solukluyordu. Gün boyu kararan bulutlar elle tutulacak kadar yakınlaşmış iken birden boşalan yağmur karanlığı ışığa inkilap ettirmişti Pennsylvania'da Gülen bunları anlatırken. Müslümanların üzerine boca eden kara bulutlar artık zirveye ulaştı, bunun arkası boşalan yağmur ve aydınlık diyerek umut pompaladı hava durumundan. Allah'ın vaadi, yeryüzünü salihlere varis kılması üzerinedir.
Allah, her millete kavime peygamberler göndermişti. Mevzu iki hadise göre sayıları 124 bin veya 224 bin. İmam Rabbani, Hint kültüründe yüzlerce peygamberin izlerini keşfen bulduğunu söyler. Tarihin bilinen kısımlarını tahrip ederek tüm medeniyetlerin oluşmasında hizmetleri bulunan peygamberleri yok sayan tarihçiler, bilinmeyen yılları nasıl izah etsin. Allah'ın birliğini savunan Grek medeniyetinin öncülerinden Sokrates belki de peygamberdi; Çin ve Hint'e ahlaki öğretileri sunarak ortaya çıkan Buda ve Brahma'da belki mürseldi. Her medeniyette peygamberlerin izleri bulunabilirdi, eğer arkasından bıraktıkları tercüme edilirken tahrip edilmese idi. Tercümede bir kelimede yapılan yanlışlık gerçekleri silebiliyor. Kur'an'ın bildirdikleri dışındakilere peygamber demek caiz olmadığı için tedenni ile "belki" diyoruz. Onların hepsi Allah'ın rızasından başkasını gaye yapmadılar. Ama ne acı ki, yaşadıkları dönemde değil öldükten sonra değerleri anlaşıldı. Gülen'in, 'Biliyorum hoşunuza gitmeyecek ama ölümüm yaşamamdan daha fazla hizmet edecek' demesini Said Nursi'nin öldükten sonra milyonlarca talebeye ulaşıp eserlerinin pek çok dile çevrilmesi ile yorumlayın. İnsanlar ölünce herhalde devleti ele geçirme ihtimalinin fiziken kalmadığını sanan misal aleminden habersiz gafiller önyargılarını kaldırıyor. Kalp gözü bağlı olanlar, kalbinde mühür, kilit bulunanlar, gözlerinin önündeki perdeden dolayı görüp işitemeyenler her devirde var oldu.
Mevlana'nın devrin evliyası, üstadı olan babası Bahaeddin Veled Belh'den çıkartan, devleti ele geçirecek fitnesine kanan, sonra özür dileyen Müslüman-Türk hükümdarı Muhammed Harzemşah değil miydi? Üstad özürü kabul etti, ama orada artık duramazdı ve Anadolu'ya İslam'ı taşıyan erenlerden oldu, Mevlana'yı bize kazandırdı. Devletlerinin ülkenin en sevilen, hürmet duyulan alimi tarafından ele geçirilmesinden korkan hükümdar kısa süre sonra tacını kaybetti, o beldeyi ise Moğol istilası yıktı, kavurdu. Üstadlar affetse de Allah'ın gayretullahına dokunursa, O affetmiyor. Allah'ın merhameti gazabının önündedir. Ama mazlumun, muzdaribin duasını da ihmal etmez. Bir binanın tepesinden düşerken yere çakılana kadar yaptığınız dua makbuldur -hala hayatta iseniz- Çünkü sebepler aleminde yapacak bir şeyiniz kalmamıştır, mazlumun duası bu nedenle arş-ı alâ'yı inletir. Merhamet kahramanı üstadlar hep bundan korkmuştur. Gördükleri zulme rağmen beddua etmeyip, bilakis dua etmeleri, içimdeki kini söndürüyor, müspet harakete çeviriyor.
Doğu, Batı'ya tarih boyu kalbini boşalttı, iman ve medeniyet üfledi. Batının kurduğu medeniyette doğunun payı vardır. Kur'an'da dört yerde Mesihin gelişinden bahsedilir. Hıristiyanlar, Museviler, Müslümanlar herkes Mesih'i bekliyor; tıpkı işaretleri bilinen peygamberimizin beklendiği fetret asrı gibi. Mesih, asrın sultanının yorumuyla Hıristiyanlığı tashih edip Müslümanlarla birlikte inançsızlığa karşı mücadele etmek için gelir. Tüm Hıristiyanlar sekaratta Allah'ın bir olduğunu Hz İsa'nın onun oğlu olmadığını görür, tövbe ederek göçer; ama iman etmiş sayılmaz. Bu durum Hz Musa'nın peşinden Kızıldeniz'e geçerken tövbe edip secde etmesine rağmen imanı kabul edilmeyen Firavun'un hali gibidir. Kur'an'da Allah Hz İsa'ya sorar: Sen mi söyledin onlara şirk koşmalarını. Hz. İsa, 'ben içlerinde iken onları hali böyle değildi, sonradan değiştirdiler' der. İşte beklenen Mesih, Hıristiyan aleminden Allah'ın birliğini yeniden tesis için çalışır ve ölmeden buna muvaffak olduğunu görür. La ilahe illallah'ı bulan Hıristiyanların, Allah'ın rahmet ve inayetiyle ehli necat olma ihtimali olsa bile Mesih'in irşadı ve Muhammedi kokuyu taşıyan alperenlerin temsil görevlerini bilhakkın ifa etmeleriyle kelime-i tevhidi tamamlamaları beklenir. "Ümmetimin başı ve sonu hayırlıdır" diyen Resul-i Ekrem'i doğrulamak için Mesih gelmelidir ki, Müslümanların 300 yılı aşkın süredir devam eden Ashab-ı Kehf uykusu bitsin, leylden sonra nehar gelsin.
Gülen gibi demeye var mısınız: "Din-i Mübin'i yaymak, Allah'ı anlatmak hayatımın gayesi değilse, bu dünyada yaşamamın ne anlamı var?"
Faruk Arslan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder